top of page

“Türkiye’de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler” Üzerine Bir Bakış

  • Yazarın fotoğrafı: Hazal Ocaklı
    Hazal Ocaklı
  • 28 Oca 2022
  • 5 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 30 Oca 2022


ree

Nasıl okuduğumun görünmesi için fotoğrafı böyle ekledim. Uzun zamandır bir kitabı böyle okumamıştım...


Türkiye’de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler; Binnaz Toprak’ın İrfan Bozan, Tan Morgül ve Nedim Şener ile birlikte Türkiye’nin 12 farklı ilinden insanlarla görüşerek gerçekleştirdiği bir araştırmanın sonucunda ortaya çıkmış harika bir eser. Şahsen ben, uzun zamandır Türkiye’nin sorunlarıyla bu denli karşı karşıya kaldığımı hatırlamıyorum ve bilimsel bir çalışma okurken gözlerimin dolduğuna da ilk kez şahit oluyorum.


Araştırma aslında 2007-2008 yıllarında yapılmış ve kitabın ilk baskısı da 2008 yılının sonunda rapor olarak gerçekleştirilmiş. Son ve benim de okuduğum baskı, 2012 yılında yapılan dördüncü baskı. Araştırma grubu olarak Aydın, Balıkesir, Batman, Denizli, Erzurum, Eskişehir, Kayseri, Konya, İstanbul, Sakarya, Sivas, Trabzon’dan kişilerle yapılan mülakatlar sonucunda giderek muhafazakarlaşan ve dini eksene yerleşen Türkiye’de, egemen dinin merkezinde kalmayan kişilerle ilgili çok çarpıcı bilgiler ediniliyor. Kitap, bilimsel bir eser olması sebebiyle araştırma amacı ve yöntemi hakkındaki giriş bilgilerinden sonra esas olarak iki bölüme ayrılıyor. Öncelikle muhafazakar toplumun çeşitli sebepler gerekçe gösterilerek uyguladığı baskıya yer verilirken daha sonra iktidar kaynaklı baskıyı içeriyor.


İlk bölüm, ”Farklı Kimliktekileri Ötekileştirme ve Toplumsal Baskı” başlığı altında aslında Anadolu’da geçmişten beri gelen kimi ötekileştirmelerden bahsediliyor ve özünde “mahalle baskısı” olarak da nitelendirebileceğimiz sorunlara işaret ediyor. Kitapta da sıkça tekrar edildiği gibi bu bölümde yer alanların salt “Anadolu’nun doğalı” olarak tanımlamak doğru olmaz, zaman içerisinde -AKP iktidarının da etkisiyle- artan dini ve muhafazakar bakış da burada sayılan ötekileştirmelere ve müdahale edilen bireysel özgürlüklere etki ediyor. Bu bölümde öncelikle kıyafetleri, saçları, sakalları, Alevi olmaları, Kürt olmaları, içki içmeleri, “kızlı erkekli” kalmaları, namaz kılmamaları ve bunun gibi birçok sebep gerekçe gösterilerek ötekileştirilen üniversite öğrencilerinin yani gençlerin yaşadıklarına yer veriliyor. Bu bölümde yer verilen[1] bir araştırmaya göre üniversite mezunları arasında Türkiye’den göç etmek isteyenlerin oranı %15, eğitimine devam edenler arasındaysa bu oran %12’yi buluyor. Bu oran, anketin yapıldığı 2002 veya araştırmanın yapıldığı 2008 yılları için dehşet verici olabilir fakat 2022 yılından baktığımızda hayal gelecek kadar iyi bir oran. Bu bölümü okurken Türkiye’de yaşayan bir genç olarak umutsuzluğa kapılmadığımı söylemek yalan olur; çünkü 15 yıl öncesinden de kötüye gittiğimizi görerek tarihin gittikçe iyiye götüreceği yanılgısının yüzüme vurulması ve gençlik olarak üzerimizde artık daha da büyük bir baskı olduğunu hissetmemek için hiçbir mazeretim yok. Ayrıca İstanbul’un nispeten daha az muhafazakar sayılabilecek ve bu yüzden bu araştırmada da dışarıda bırakılmış bölgelerinde yaşamış ve yine bu bölgelerde okumuş biri olarak dahi bu gerçeklerle hayatım boyunca sürekli karşılaşmış olmak, Türkiye’nin artık çıkılamayacak bir bataklığa saplandığı izlenimini uyandırdı.

Bu kısmın devamında, Anadolu’da artık Atatürkçülüğün pek hoş karşılanmadığı şikayetlerine yer veriliyor. Bu kısım diğer bölümlerin yanında sönük kaldığı için beni pek etkilemedi. Kendini Atatürkçü olarak tanımlayan kişilerin aynı zamanda “laik” olarak görülmesi ve dinsiz “yaftası” yemesi, hiç kuşkusuz ki muhafazakar kişiler tarafından ötekileştirilmelerine yol açıyor. Yine de, bu başlık altındaki diğer karşılaştırmalarla uyumlu olduğu konusunda emin olamıyorum. Aşağıda yer alan ve iktidar sebebiyle artan baskılar ve ötekileştirmeler arasında yer almasının daha uygun olabileceği kanaatindeyim.


Benim bu kitabı edinmemdeki ilk sebep, inançsızların din ve vicdan özgürlüğü ile ilgili yazdığım tez için bir kaynak oluşturmasıydı. Dolayısıyla ilk bölümün ikinci kısmında yer alan “Ramazan’da Kamusal Alanlar” başlığı, zaten bildiğim sorunları yazılı bir biçimde sunan bir bilimsel kaynak olma özelliği taşımasıyla beni tatmin etti. Ramazan’da normal olanın oruç tutmak olduğunun kabul edilmesi ve bunun aksi davrananların saygısızlık yapıyor oluşu, kuşkusuz ki artık Türkiye’de herkesin görüp bildiği bir gerçeklik gibi bize sunulmaya çalışılıyor. Burada benim alanım olması dolayısıyla dikkatimi çeken bir şeyi de paylaşmak istiyorum; Anadolu insanı, inançsız kişiler hiç yokmuşcasına, sanki birine inançsız derse inançsızlığı “tanıyacak”mışcasına bu kişileri reddediyor. Evet, Alevileri inançsızlıkla suçluyor ama yine de kişilere doğrudan inançsız demekten kaçınıyor. Bunu, kitabın 53. sayfasına not almışım, “Oruç tutmayanlar Sünni dahi olsalar Alevi diye tanınır.” denmesi ile birlikte.


İlk bölümün üçüncü ve son kısmı, benim için okuması en zor kısım oldu. Öncelikle Alevilerden ve hemen sonrasında kadınlardan bahseden bu bölümü okurken -ve şimdi bahsederken- nefesim daraldı ve üzerime kolay kolay atamayacağım bir üzüntü çöktü. İnsanlık olarak ne kadar kötü varlıklar olduğumuzla ilgili bitmek tükenmez bilmeyen düşüncelerden kendimi alamadım ve insanların yaşadıkları karşısında insanlık adına derin bir utanç duydum. Alevi veya Sünni değilim, ailemden böyle bir ayrım veya Alevi kötülemesi görmedim. Yani Alevilerin yaşadığı sorunlara oldukça uzak büyümüş bir kişi olduğum söylenebilir. Belki de bu yüzden, bu denli uzak kalmış olduğum için bu bölümden bu kadar fazla etkilendim. Bölümün son kısımlarına doğru, Aydın’da görüşülen bir Alevi derneği yetkilisinin Aydın’da pek sorun yaşamadıklarından ve valinin Cem sonrası sohbetlerine katıldığından bahsettikten sonra “Vali Bey gelir, aşuremizden de yer.”[2] sözüyle birlikte artık ağlamaya başladım.


Hemen ardından gelen kadınlarla ilgili bölümde, ait olduğum bir gruba ait olayları okuduğum ve bunların neredeyse hiçbirine şaşıramadığım için büyük bir sinir ile başa çıkmak zorunda kaldım. Eserde aktarılan şeyler neredeyse normalleşmiş, kadın haklarıyla ilgili geriye gidilmiş, o tarihten bu yana göstermelik gelişmeler yaşansa da kadının toplumda var olma mücadelesi çetinleşmiş. Yine de umudumu yeşerten bir şey var: kadın dayanışması ve kadın mücadelesi. Kitabın yazıldığı tarihten 15 yıl geçmesine ve kilometrelerce uzakta olmama rağmen halen yaşadığım, henüz yaşamadığım ama her an yaşayabileceğim, nispeten şanslı olduğum için yaşamadığım fakat acısını hissettiğim tüm sorunlar ve bana aktarılan tek bir kelimesiyle bile neler hissettiğini anlayabildiğim kadınların anılarını okudum. Üzerime çöken mutsuzlukla mücadele etmek için çoğu zaman yaptığımı yaptım ve pankartın da söylediği gibi 8 Mart’taki “kalabalığı hatırladım”. Sokaklarından yürüdüğümüz evleri pencerelerinden bize el sallayan kadınları hatırladım.

ree

[3]

Bu kısmın devamında “Buçuk Millet Çingeneler” ve “Anadolu Hıristiyanları” inceleniyor fakat bu kişilerle ilgili yapılan araştırmanın çok derinleştirilmemiş olması ve sayfa sayısı olarak da kısa kalması sebebiyle sönük olduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla bu kısımlarla ilgili pek söz etmeye gerek olmadığını düşünmekle beraber özellikle Anadolu Hıristiyanlarının isimlerinin az da olsa geçiyor olmasından memnuniyet duyduğumu söylemeliyim.


Kitabın ikinci ana bölümü, “İktidar Kaynaklı Baskı ve Cemaat Faaliyetleri” başlığını taşıyor. İsminden de anlaşılabileceği üzere, daha çok AKP döneminde ortaya çıkan ve devlet yapılanması içerisindeki problemlerden kaynaklanan ötekileştirmeler bu bölümün konusunu oluşturuyor. Liyakatsiz kişilerin sırf iktidar partisine yakın olması sebebiyle göreve getirilmesini, muhalif ve farklı görüşte kişilerin yıldırılmaya çalışılmasını, AKP’nin kadrolaşması sebebiyle farklı seslerin giderek azalmasını çok başarılı örneklerle değerlendiriyor. AKP’nin nispeten “iyi dönemleri” olarak kabul edilen ve yeni sayıldığı yıllarda dahi bu denli kadrolaşmış olmasının beni şaşırttığı söylemeden geçemeyeceğim. Henüz küçük olduğum ve yalnızca yüzeysel değerlendirmeler yapabildiğim o yıllarda, AKP’nin kitapta aktarıldığı kadar yayılmacı olduğunu ve devletin her kurumunda kadrolaşmaya gittiğini göz ardı etmişim. Kendi ideolojileri doğrultusunda ve bireysel özgürlükleri hiçe sayarak adım adım alkollü içki kullanımını engellemeye çalıştıklarını halen daha görüyor ve yaşıyor olduğumuz için o bölüm beni pek şaşırtmasa da günümüzün temellerinin nasıl atıldığını görmek açısından oldukça başarılı oldu. Yine burada yer alan Cuma namazı başlığı için de aynı değerlendirmeleri yapmak mümkün olur diye düşünüyorum.


Kitabın son kısımları, kutlu doğum haftası ve Gülen Cemaati’nin Anadolu’daki yapılanmasından bahsediyor. Bu iki başlık arasında bir ilişki kurulmamış fakat şu an biz, kutlu doğum haftası ile FETÖ arasında bağlantı olduğu ve aslında bu tarihin Fetullah Gülen’in doğum günü olduğu gibi iddialara aşinayız. Özellikle 2017 yılından sonra bu kutlamaların eski coşkuyla yapılmıyor oluşu da bu bağlantıyı düşündüren hususlar arasında yer alıyor. Ne var ki araştırmanın yapılma tarihinin şartları değerlendirildiğinde ve cemaat oluşumlarının dahi nispeten daha az bilinir olduğu düşünüldüğünde bu bağlantının kurulamamış olması oldukça normal. Fakat Gülen Cemaati ile ilgili bu kısma günümüzden bakıp da henüz olacaklardan habersiz bir şekilde söylenenleri ve yazılanları okumak adeta bir zaman makinesiyle geçmişe gitmiş hissi uyandırıyor. Cemaatlerin, eğitim sisteminin ve sosyal devletin eksikliği sebebiyle kuvvetlendiği ve FETÖ ortadan kalkmış olsa dahi diğer cemaatler için hala bu fırsat ortamının mevcut olması ise endişe verici.


Sonuç olarak genel bir değerlendirmede bulunmak gerekirse Türkiye’de Farklı Olmak, Türkiye’nin laik kesiminin karşılaştığı problemleri güzel bir biçimde özetleyen ve günümüzde yaşadığımız problemlerin birçoğunun temelini veya geçmişini anlamamıza yardımcı olan başarılı bir eser. Hayranlığımı gizleyemiyor ve böylesine faydalı bir çalışma yapan bilim insanlarını ve gazetecileri tebrik ediyorum.

[1] Toprak, Binnaz vd., “Türkiye’de Farklı Olmak”, Metis Yayınları, 2009, İstanbul, s.31. [2] Toprak, a.g.e., s.84. [3] Bu sözün ve pankartın kime ait olduğunu bilmiyorum. Birçok farklı yerde kullanılmış ve birçok farklı hesap tarafından paylaşılmış olduğu için ilk kaynağa inmem mümkün olmadı. Linkini verdiğim hesaptan bu fotoğrafı aldım: https://twitter.com/ayseninbavulu/status/1236749384580284416, e.t.: 17.01.2022.

Yorumlar


Bana bir şeyler söylemek isterseniz buradayım.

Teşekkür ederim!

© 2022 yılında Hazal Ocaklı tarafından Wix.com yardımıyla yapılmıştır.

bottom of page